M. Nurullah Varol

Kudüs İşgali

M. Nurullah Varol

Dünyada bazı şehirler diğerlerine göre çok önemli ve farklı bir kadere sahiptir. Her şehrin bir kaderi bir hikâyesi vardır ama tüm kaderlerin ve hikâyelerin birleştiği tek şehir var o da bildiğiniz gibi Kudüs. Burası öyle bir şehir ki tüm dünyanın kaderi adeta orada yazılmış ve oradan yayılmış, tüm ilahi dinlerin izleri orada hayat bulmuştur. Vazgeçilemez olan bu kadim şehir, kıyamete kadar var olacak. Kudüs’te kimin daha çok yaşama hakkı var? Bu sonunun üzerine diyebilirim ki; Seslerin birleştiği tek nokta Kudüs şehri ve o şehre olan sevgidir.

Adeta dünyanın merkezi durumundaki Kudüs’ün tarihi kendisine sahip olmak isteyenlerin mücadelesi ile doludur ve günümüzde de bu durum hız kesmeden hala devam etmektedir. Kuruluşu M.Ö altı(6) binyıla kadar uzanan Kudüs’ün yer aldığı bölge, Filistin diyarı olarak bilinip, bir tepe üzerine kurulan mabet (Mescid’i Aksa) tepesi ise Kudüs’ün en önemli en kıymetli mekânı olmuştur. Kudüs, üç ilahi dinin kutsal kabul ettiği bir yer olmasıyla beraber bugün burada en acımasız ve adaletsiz bir şekilde 1948 yılında illegal olarak kurulan korsan devlet İsrail’in işgali altındadır. İsrail hükümeti “3 bin yıldır buradaydık (Kudüs’ü kastederek) bugün geri geldik” diyerek devlet kurma hayallerinin miladını açıklamak mecburiyetini hissedip dile getirmiştir. 1948’e kadar bölgede egemen olmayan ve sürekli sürülen Yahudi diasporasının bu hayali nasıl oluştu, nasıl gerçekleşti. 3 bin yıl bunun hayalini mi kurdular, işgal planı için neler yaptılar, dünyanın her yanına dağılmış olan tüm Yahudileri bu fikrin etrafında nasıl toplanıp bugün ki katliam denilebilecek olayları gerçekleştirdiler. 20 y.y’da ortaçağ usullerini anımsatan ve tüm insan haklarını çiğneyen, hiçbir kuralı tanımayarak kurulan İsrail İşgal Devleti dünyaya bu yaşattıklarından sonra ne kadar legaldir? Soruları çoğaltmak mümkün ama kısaca tarihsel süreç incelendiğinde Kudüs ne kadar Yahudi’dir sorusunu cevaplama imkanına kavuşuyor insan.

Kudüs, MS. 638 yılına kadar Romalılar tarafından iki defa yakılıp yıkılan ki buna Hz. Süleyman’ın yaptığı mabet de dâhildir, çeşitli devletler tarafından 23 kere işgal edilen, 52 defa saldırıya uğrayıp ve 44 defa ele geçirilip tekrar kurtarılmıştır. Bu süre zarfında hiçbir devlet kurmamış olan Yahudilerin çoğu, Romalılar tarafından Kuzey Afrika’ya, kuzey Avrupa’ya, İspanya’ya, Rusya’ya sürülmüştür. Bölgede çok az Yahudi’nin kalmasına izin verilmiştir.

Kudüs 620 yılında Hz. Ömer tarafından Bizanslılardan elinden alınarak üç dinin barış içinde yaşadığı bir Müslüman bölge durumuna getirilmiştir. Öyle

ki eski şehrin etrafını saran çöp dağları temizlenmiş, Bizans yönetimi altında baskı altında çok zor yıllar yaşayan Yahudiler bile bu temizliğe yardım etmiştir. Daha sonra yapılan Haçlı saldırıları sonunda ise Kudüs işgal edilip Yahudi ve Müslüman nüfus katliama uğramıştır. Salahattin Eyyubi şehri 1187’de fethederek bölgeye tekrar Yahudi nüfusun girmesine izin vermiş, Hristiyan tebaanın mabetlerini de koruma altına almıştır. 1517’de Osmanlı Kanuni döneminde bir Osmanlı kenti olan Kudüs altın çağını yaşayarak büyük onarımdan geçmiş, suyolları yapılmış, şehir ihya edilmiştir. Şehirde bulunan tüm inançlar ise barış ve huzur içinde yaşamıştır.

Osmanlı’nın yıkılışı ve ardından İngiltere’nin manda yönetimine giren Kudüs, 2. Dünya Savaşı’nda katliam gören Yahudilerin devlet kurması için, “Siyonizm” adı verilen ırkçılığa dayalı faşizm ideoloji çatısı altında toplanmasına karar verilen bir anavatan konumuna getirilmiştir. Kudüs’e sinsi bir plan dâhilinde getirilen Yahudi savaş mağdurları şehirde bulunan Filistinlilerce hiçbir karşı tepki görmediği gibi ev sahipliği yapılarak yaraları sarılmıştır. Fakat sinsi planlarını sonraya saklayan faşist Siyonist Yahudiler ise önce İngilizlerin kendilerine bıraktığı silahların yardımı ile silahsız ve sivil olan Filistinlerin evlerini işgal ederek daha önce beraber yan yana yaşadığı Müslümanları ya sürgün etmiş ya da öldürerek katletmiştir. Şehirde bulunan Hristiyan nüfusun çoğu ise göçe zorlanmıştır.

1948’de İsrail Devletinin kuruluşunu ilan eden Siyonist yönetim, İngilizlerin atadığı bir İngiliz olan belediye başkanı tarafından imar faaliyetlerine başlayarak İşgalin Mimari’sini başlatmıştır. Bu beklenmeyen saldırı karşısında neye uğradığını şaşıran Filistinlilerden bazıları göçe zorlanmış, bir kısmı göç etmiş, ama çoğu yerinde kalarak bugüne kadar devam eden Mülteci Kamplarında sürgün hayatına mecbur bırakılmıştır. Söylenildiğinin aksine Filistinliler topraklarını satmamış –iki veya en fazla üç tanedir- aksine öz vatanında sürgün hayatına katlanmaya devam etmiştir. Bu süreç zarfında sinsi bir şekilde ilerleyen şehircilik faaliyetleri, Kudüs ve çevresinin Yahudi yerleşim mahalleri olarak değişmesine sebep olmuştur.

Kudüs’ün işgal planı “mimari-politika-planlama” üçgeninde adım adım ilerleyen ve on yıllara dayanan bir süreç içerir. İsrailli bir mimar olan Eyal Waizman bu işgal sürecini Siyonist hükümetin nasıl planladığını yazdığı “Oyuk Topraklar” kitabında gözler önüne sermiştir. Bir ülkeyi işgal etmek yalnızca toprağına el koymakla eş değer bir kavram değildir. İsrail işgal

hükümeti kuruluşundan itibaren durmadan genişleyen, sınır tanımayan geçirgen bir niteliğe sahip olmuş olup hiçbir zaman belirlenen sınırlar içinde kalmayacağını deklare etmiştir.

İsrail İşgal Devleti kurulduğu günden itibaren dünyanın dört bir tarafından getirtilen Yahudileri, Kudüs’e ve etrafına yerleştirilerek bir yerleşimci mekanizması oluşturmuştur. Egemen mimarlık ve planlama araçlarını kullanarak sanal denilebilecek kadar esnek ve aynı zamanda ileri aşamada ise kalıcı olabilen “Mekân Üretimi”, İsrail’in kurduğu mimar-plancı ordusunun prensibi haline gelmiştir. Bu mekanizma içinde mimarlar başrolde olup, İsrail’in sürekli genişleyen ve aynı zamanda savunma mekanizması yüksek şehirler tasarladılar. Her tasarımın bir senaryosu vardır. Bu senaryolar, hükümet yetkililerin işgal politikası dâhilinde sürekli yenilenen haritalarla kâğıt üzerinde sabitlenip, daha sonra mimarların en üst seviyede tarım-eğitim-savunma-teknik donanım-alt yapı vs. gibi argümanları göz önüne alarak tasarladığı profesyonel mimarlık projeleri ile hayat bulan yerleşim alanlarına dönüşmüştür.

Yahudi mimarlar dünyanın en iyi mimarlık okullarının bulunduğu İngiltere’de eğitim görerek İsrail’e dönüyor ve öğrendikleri en kullanışlı işgal tasarımlarını burada uygulamaya başlıyorlardı. Bu durum halen devam etmektedir. Dünyanın en ünlü ve yaşayan mimarlardan biri olan ve gerçek adı Ephraim Goldberg olan Frank Gehry, çok meşhur başarılı mimar Louis Khan bile bu mimarlar grubunun içindedir maalesef.

İşgalin sürmesini, dallanıp budaklanmasını ve işgal politikası ile uyum içerisinde kalmasını sağlamada oldukça başarılı olan bu mimarlar işgalin en büyük suç ortakları olmuştur. Bu mimarlar grubunun en önemli amacı; işgal altındaki toprakların nasıl dizayn edileceği, nasıl anlaşılması ve organize edilmesi gerektiği, işletilmesi ve sürdürülebilirliğinin sağlanması olmuştur. Dolayısı ile bu mimarları, asker, militan, politikacı, politik aktivistler olarak tanımlamak son derece yerinde bir karardır.

Yapılan her mimari tasarım askeri bir durumun tezahürü neticesinde hayat bulmuştur. Örneğin bir yol inşa edileceği zaman o yol belli güzergâhlardan geçirildikten sonra (bu güzergâhlar Filistinlilerin ikamet ettiği alana en yakın olan tepelerin üzeri olur genelde) otobanlar inşa edilerek süreç başlatılır. Yolların etrafına serpiştirilen “yol bakım üniteleri” adı altında oluşturulan noktasal yerleşim alanları önce tek bir ev-karavan-çadır vs. ile belirlenip

işaretlenir. Bu duruma günümüzde telefon şebeke hat güzergâhları da eklenerek noktasal büyümenin çapı genişletilmiştir. Daha sonra mevcut yol bakım ünitesinin güvenliği bahane edilerek noktasal alanlara bir asker konularak ki bu bazen sivil halktan olan faşist ırkçı aşırı radikal silahlı bir Yahudi de olabilir, yerleşimin tohumu atılır. Elektrik-su-kanlizasyon vb. gibi alt yapıda tamamlanarak noktasal yerler genişlemeye açık hale getirilip diğer Yahudi yerleşimcilerin kalıcı olarak orada ikamet edilmesi için gerekli donanım sağlanır. Bu aşamadan sonra mimarlar devreye girerek gerektiğinde daha da büyümeye açık olan konut tasarımları yaparak mahalleler oluşturur. Bu mahalleler Yahudi Yerleşimcilerin en iyi şartlarda ikamet edebileceği üstün mimari ve teknik özelliklere sahip evlerden oluşan korunaklı siteler haline dönüşür. Çölü bile yeşillendirerek tarıma elverişli hale getiren bu sistem aksamadan devam etmektedir.

İşte İsrail’in İşgal Mimarisinden sadece bir örnek olan bu planlama tüm çatışmalara, karmaşaya rağmen açık ve basit bir süreçtir. İsrail işgal hükümeti ise bu durumu her işgalci hükümetin söylemi gibi “biz çöle medeniyet getiriyoruz” şeklinde açıklamıştır. Kendi halkına ise yapılan işlemleri “Büyük İsrail Devleti” planı olarak pazarlayan Siyonist hükümet arkasına dini motifleri kalkan yapmıştır. Aslında Yahudi dini ile alakası olmayan ama Yahudiliği ulusal çıkarları için sömürü aracı olarak kullanan Siyonist hükümet ikili oynayarak, Kudüs’ü ve diğer Filistin bölgelerinin işgal planlarını uygulamaya devam ediyor. Bir yandan Yahudi dinine hizmet ediyor gibi gösterip radikal Yahudilerin sempatisini toplarken, kendi içinde bulunan daha ılımlı entelektüel barış yanlısı olan Yahudilere ve dünya kamu oyununa ise medeniyet inşası (!) gibi göstermek de bu işgalin en önemli propagandası.

Olaylar genel anlamıyla bu süreçte ilerlerken, dünya nüfusunun egemeni durumunda olan İslâm âleminin bu sessizliğine anlam vermekte zorlanmıyor değilim. Hissediyorum ki, egemen bir güç sahibi olmanın belki de anahtarlarından birisi o mukaddes mekânlara egemen olmaktan geçiyor.

Çok daha güzel bir yarında –yarınlarda- buluşabilmek ümidi selam, muhabbet ve daim dûa ile…

Yazarın Diğer Yazıları