DİNMEYEN HÜZÜN….
Bugün 6 Şubat 2024…
Tam 1 yıl önce bugün ..
Kimisine göre asrın felaketi…
Kimisine göre küçük kıyamet…
Ülkece yaşayabileceğimiz en büyük felaketlerden birini yaşadık. Kahramanmaraş merkezli üst üste meydana gelen iki depremle korkunç bir yıkım yaşadık ve binlerce canımızı kaybettik. Enkaz altında kurtarılmayı bekleyen onlarca canımız vardı ve kurtulan insanlarımız da çok zor şartlar altında kurtarıldı.
Bir yanda enkaz başında sevdiklerinden ailesinden haber almayı bekleyen gözü yaşlı depremzedeler, bir tarafta tüm yardım çağrılarına rağmen yakınları için arama kurtarma çalışmalarının başlamadığını hıçkırıklarla ile haykıran çaresiz insanlar…
Bir yanda ise sevdiklerinin cansız bedenini enkaz altından kendi imkanlarıyla çıkarmak zorunda kalan insanlar! Acımız anlatılamayacak kadar tarifsiz...
O gece kar yağışı ile birlikte huzurlu bir sessizlik vardı.
Kim bilebilirdi ki ?
Bu sessizliğin sabaha karşı 65 saniyelik sarsıntı ile şehirlerimizi ve tüm ülkemizi yasa boğacağını…
Sarsıntıyla kimimiz uyandık kimimiz bir daha uyanamadık …
65 saniye süren sarsıntıda hayatımız bir film şeridi gibi gözlerimizin önüne gelmişti Oysa ne kadar da önemsemiştik bir saniyesine bile hükmedemediğimiz dünyayı…
O gün öğrendik ki ailemizle ve sevdiklerimizle geçirdiğimiz zamanların en kıymetli zamanlarımız olduğunu …
O gün öğrendik ki sahip olduklarımızın aslında bize ait olmadıklarını ….
Bir bardak çayın bir kase çorbanın içimizi ne kadar ısıttığını …
Bir parça ekmeğin zengini de fakiri de doyurabildiğini…
Bir gecede varlık içinde iken nasıl yokluğa düşüldüğünü…
O gün bekledik devletin şefkatli kollarını yardımını…
O gün tekrar anladık ki yardımlaşmanın ve acıları paylaşabilmenin bizleri ayakta tutabildiğini…
Ve acı ile tecrübe ettik ki ahlakın ailede ve okulda öğretilmesi gereken en önemli davranış biçimi olduğunu…
Daha fazla kazanmak için bina / konut diye insanlara mezar satanların...
Devletin yaptığı binaları / konutları uygun malzeme ve uygun zemine yapılmasını önemsediği kadar diğer yapıları kontrolsüz ve denetimsiz bıraktığını…
Atanan ve seçilen kişiler için temel kriterin liyakat olması gerektiğini yine acılarla tecrübe ettik…
Deprem bölgesi olmasına rağmen yerel yönetimlerin iş makinesi, ekipman ,personel anlamında ne kadar yetersiz olduğunu , acil durum hazırlıkların olmadığını enkaz altında kalıpta müdahale edemediklerimiz kurtaramadıklarımız öğretti bize …
AFAD ve KIZILAY’ın yapamadıkları ve yapmakta geç kaldıklarının yapması gerektiğinden daha fazla olduğunu öğrendik …
Kamu ve özel sektör binalarının birkaç gün içinde barınma ve sıcak yemek için nasıl mücadele ettiğini , özel sektörün sadece ihracat yapmadığını bütün şehirlerdeki vatandaşlarımıza kapılarını sonuna kadar açınca öğrendik…
Arama kurtarma ekiplerinin dondurucu soğuktaki fedakarlıklarını nasıl bir can daha kurtarabilirim diye kendi canlarını hiçe saydıklarını enkaz altında kalınca öğrendik.
Edirne’den Van'a kadar bütün milletin deprem bölgesine yardım ulaştırmak için gece gündüz demeden çalıştığını, deprem bölgesinin sahipsiz bırakılmadığını yine milletimizden öğrendik.
Ve yine dünyanın dört bir yanından yardıma koşan arama kurtarma ekiplerinin dil din mezhep ayrımı yapmadan çabalarını gördükçe yalnız olmadığımızı bir kez daha hissettik …
Yardım ulaştırmak için gece gündüz demeden dinlenmeden yollara çıkan tır şoförlerimizin çabalarını ve kahramanlıklarına şahit olduk.
Aslında en uzun gecenin 21 Aralık olmadığını 6 Şubat olduğunu yalın ayak sokak ortasında kalınca anladık….
365 gündür dinmeyen hüznümüzün kısa zamanda son bulması dileğiyle..
Vesselam.