
Cemrenin Kaderi
Mehmet Nezir Öndül
Cemrenin bahar habercisi olduğunu bilmeyen yoktur kanaatindeyim. Sırasıyla havaya, suya ve toprağa düşen cemrenin yolculuğunun ardındaki gizemi çözmek ise bir uğraş ve hikmet gözlüğüyle tefekkür etmenin farkındalığını gerektirir. Bilimsel bir konu olmaktan çok kültürel bir bakış açısıyla değerlendirilmiş olan bu konu, halk arasında yaygın bir inanış olarak kabul görmüştür. Bu inanışlar aslına bakılırsa insanların beklentilerini özlemlerini, yeni güne ait ümitvar temennilerini duygularından taşarak tabiatın mecrasına akmıştır. Yoğun kar ve zorlu geçen kış şartlarından daralan insan şahsında sembolleşen tabiatın zafere kavuşmasını anlatan bir belirti gibi algılanmıştır. Bu algı da cemreyi kor alev halinde bekleyen donuk ve soğuk hallerin ısınması, canlanması ve özüne yeniden dönüşünü sembolize etmiştir.
Baharın aşk kıvılcımı olan cemre, soğuyarak donan, uykuya dalan tabiatın, insanın ve canlıların uyanışına müjdeli bir vesiledir. İlahi kanunların kader dairesinden başlayan kaza menziline doğru aşamalı bir şekilde değişken bir hızla ilerleyen bir serüvenin göz alıcı büyüsüdür, hikmetlerle dolu yaratılış gerçeğinin amentüsüdür. Çünkü cemre sırasıyla düşünce, tabiatın döngüsüne tâbi olur belki de dönüşümün menzillerinden geçerken aldığı emir doğrultusunda vazifesini sürdürür. Unsurlardan olan hava, su ve toprak cemreyi kabul eder, çünkü bahara kavuşmak sevdasına düşkündür, kışın yorgunluğundan kurtulmaya isteklidir. Özünde ve yüreğinde yeni sanatlara şahitlik etmek isteyen canlılar da bu işaretlere kucak açar.
Cemre düşünce hava ısınır, sular berraklaşır, toprak uyanır ve bunlar birbirlerine bir kubbenin taşları gibi kenetlenerek yeniden dirilen bir programın şahitleri olurlar. Bu şahitlikle cemreler baharı müjdelerken birbirlerine kader kalemiyle yazılan tamamlayıcı unsurlara dönüşürler. Cemre kapıyı çalar hava açar, su onu temizleyip davet eder, toprak bağrına basıp kıymetli misafirine mihmandarlık eder. Bunların hepsi yeni bir günün, yeni bir alemin hatta yepyeni bir kader programının çekirdeği hükmünde kendilerine ayrılan zaman ve mekana yerleşerek vazifelerini yerine getirebilmenin ciddiyeti ve şevkiyle yolda kalan gözlere hikmetin sürmelerini çekerler. Böylece kudretin iradesi daha da belirginleşerek akılları hayrete, ruhları gayrete sevkederek her noktanın yeni başlangıçlara gebe olacak bir dirilişin müjdesini getirirler mülkün asil ve asıl sahibinin dergâhından.
Cemre tabiat programına bu şekillerde gelirken gönüllere düşen haliyle de aşkın kıvılcımını taşırlar yanık yüreklerde.
İlki göze düşen bu kıvılcımın adına beğeni derler, ekmek gibidir yersen doyarsın.İkincisi kalbe düşer adına aşk derler, su gibidir şeffaf, berrak ve saf..Ona susayanlar kana kana içerler aşkın hayat bahşeden pınarlarından. Çatlayan dudakları o damlaların ikametgâhı olur. Üçüncüsü ise ruha düşer. Nefes gibidir, vazgeçilmezin olur, her an onda olmak istersin o da sende olmaktan gurur duyar. Alırsın onu içine verirsin tekrar içinin derinliklerinden. Alman tekrar vermen içindir, vermen daha derinlerine çekmek içindir o hayat veren nefesi. Uyanışın sebebini, varlığının esas gayesini ve hikmet parıltılarının göz kamaştıran ahengini burada yaşarsın. Toprak gibi sükûnet veren bir nefes, yavrusunu bağrına basan bir anne şefkatiyle sarıp sarmalar seni binbir özenle.
Utangaç bir masumiyetin, mahcup bir terennüme dönüştüğü bu melodinin frekansına dahil olan bu temiz ruhlar, birbirlerine eş olurlar ve bu dönüşüm yolunda yoldaşlık ruhuyla menzile sevdalı kuşlar gibi özgürlüğe uçarlar.
Seçme iradesinden ruhsat alan cüz'i iradenin, her şeyi kuşatan bir ilmin kudretle perçinlesen külli iradesi karşısında tutunabilmesi oldukça zordur. Güneşin önündeki bir ateşböceğinin ışığı ne kadar cılız ve meydan okuması ne kadar mantıksızsa bu ibretlik mağlubiyet de o kadar belirgin bir hadiseyi kör olmayan gözlere gösterir.
Sebepler dünyasında bir şeylerin olabilmesi belli bir âdete veya oluş sırasına dayandırılmıştır. Aklın gözü, kalbin özünden habersiz bakarsa mevzuya, kudretin gölgesi hakikatin üzerine düşer. Sebepler olayların meydana gelmesinde sadece ara yollardır çünkü ana yol izzet ve azametin ayan beyan göründüğü bir iradenin karşısında tabiatın dahi bu kanuna tabi olmaktan başka bir alternatifinin olmadığıdır.
Peki ya cemre olmasaydı havaya, suya, toprağa düşmeseydi bu uyanış, bu diriliş olmayacak mıydı? Cemrenin kendinden ya da kendiliğinden haberi var mı ki bu sırayla ve etkiyle tesir edebilsin bu dengeye? Kader kalemi irade mürekkebiyle kudretin sayfalarında kelam ı kâdimi yazıyorsa bu, "künfeyekün" 'ol der ve oluverir' tezgahında işleyen bir makinenin, mekanizmanın ürünlerine dönüşüyor demektir.
O zaman şöyle demek daha doğru olmaz mı: Kerim ve Rahim bir Sultanın Rahmet denizinden dünya meydanına üç damla düştü: Biri havaya biri suya biri toprağa. Çok anlamlı olur şuur sahibi insan bu mana ile baksa bahsi geçen olaya.
Asil cemre insanlığın çorak kalplerine, kurak ruhlarına düşmekte bir Ramazanın gölgesinde. İlkinde huzur ve sükunet versin ruhumuzu okşayan hava gibi.İkincisinde şükür ettirsin gafil nefsin bir damla suyunda boğulmasın benliğimiz.Üçüncüsünde ise tefekkür ile tevekkül eden hakiki bir iman şuuru nasip etsin. Çünkü topraktan yaratılan bedenimizin yine toprağa döneceği bir yaşam serüvenimizin sonunda diyeceğimiz o kutlu ayet gibi: "Allah'tan geldik yine ona döneceğiz." İster döngü diyelim isterse dönüşüm sonuçta yüreklerimizin uyanış ve dirilişinin asıl cemresi böyle düşünülmelidir.Diğerleri birer işaret, birer sembol ve birer temenniden ibaret.
Asrın gerçek âlimlerinden Said Nursi'nin şu sözüyle mevzuyu neticelendirip o hazretin sesine kulak verelim.Şöyle ki:
"Evet, izzet ve azamet ister ki, esbap perdedâr-ı dest-i kudret ola aklın nazarında; tevhid ve celâl ister ki, esbap ellerini çeksinler tesir-i hakikiden."
Gönül toprağına düşen o kıvılcımın nice uyanışlara nice güzel başlangıçlara ve ahiret pazarında meyve veren ebedi ağaçlara dönüşmesini temenni ederek yeni bir bahara en yeni baharlarımıza "selam olsun."diyelim.